Gagavuz Türkleri’nin Diyarı Gagavuzya’dan Geliyorum…

Benim adım Anna. Anna Toneva… Ben bir Gagavuz Türkü’yüm. Memleketim Moldova’dan İstanbul’a üniversite eğitimim için geldim. Şimdilerde İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Gazetecilik Bölümü’nde birinci sınıf öğrencisiyim. Gazetecilik mesleğini seviyorum ve ileride iyi bir gazeteci olmayı çok istiyorum.  Farklı ve renkli bir kültürden geldiğim için benden kendimi yazmamı istediler. Öyle ya gazeteciliğin doğasında insanları, toplumları tanımak vardır. Ben de bu yazıda genç gazeteci arkadaşlarım için doğduğum toprakları, kökenimi ve yetiştiğim kültürümü anlattım.

Misafirperver, vatansever, çalışkan, dilini, ülkesini, geleneklerini ve tarihini seven bir millettir Gagavuzlar.  Gagavuzlar’ın tarihi ve kökenleri hakkında pek çok farklı bilgi vardır. Ama en yaygın bilgi yaklaşık on asır önce Orta Asya’dan kalkıp Karadeniz’in kuzeyinden dolaşıp Balkanlara geldikleri konusundaki bilgidir. Gagavuzlar sadece Oğuzlardan (Uz), yani onların Hagoguz boyundan oluştuğunu inanılıyor. Hagoguzlar Orta Asya’dan ayrıldılar ve Hara Denizinin kuzeyine, Volga ile Tuna arasına yerleştikleri biliniyor. Dolayısıyla Gagavuzlar’ın atalarının da Oğuz boyu olduğu bilinmektedir.

Gagavuzlar, 18. yüzyıl ortalarında Tuna Nehri üzerinden Rusya’ya göç etmeye başladılar ve sonunda zengin tarım olanlarına dönüşen Besarabya’nın vahşi bozkırlarının gelişmesi için çarlık makamlarından her türlü ekonomik ve hukuki desteğe sahip oldular. 19. yüzyıl Rus ve Bulgar edebiyatında Gagavuzlar, Türkçe konuşan Bulgarlar olarak kabul ediyorlardı. Rus Türkolojisinde, Gagavuzların kökenin, Hıristiyanlığı seçmiş Türkçe konuşan göçebelerden geldiği varsayımı hakimdir. Bulgarlar ise Gagavuz’un Türk Bulgarlardan geldiğini iddia ediyorlar. Bugün Gagavuz halkının önemli bir bölümünün yaşadığı Gagavuzya’nın dini Hıristiyan Ortodoks’tur.

Gagavuzların oluşumu

Gagavuz halkının Budzhak’ın merkezine yerleştirilmesi neredeyse 100 yıl sürdü. Esas olarak Türk-Rus Savaşı nedeniyle Gagavuzlar’ın göçebe hayatı çok uzun sürdü. 1918-1940’te Besarabya Romanya’nın bir parçasıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Gagavuz toprakları, Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti SSCB’nin bir parçası oldu. 1988’de Gagavuz aktivistleri “Gagavuz Halkı” (Gagavuzlar) hareketini kurdular ve Komrat şehrinin başkenti ile Moldova’da bir Gagavuz Özerkliği oluşturmaya karar verdiler. 1944 yılında Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu, Gagavuzya’nın (Gagavuz Yeri) özel hukuki statüsüne ilişkin bir yasa kabul etmiştir.  Yaklaşık 160 bin Gagavuz Türkü’nün yaşadığı Gagayuzya 3 şehir ve 27 köy içeriyor.

 

 

Gagavuzların dili

Gagavuz dili, Türk dillerinin güneybatı kolunun Oğuz alt grubuna aittir. Türkçeye ve Kırım Tatarca’sının güney lehçesine yakındır. Gagavuz dili 1957’de yazıldı. Dil, en yaygın olarak resmi olduğu ATÜ Gagavuzya’da kullanılmaktadır. Bu dili konuşan insan sayısı 160 binin üzerinde. Gagavuz dilinin merkezi (Komrat) ve güney (Vulkaneşti) ağızları vardır. Güneydeki daha arkaiktir ve Türk dillerinin daha fazla özelliğini kurmuştur. Günümüzde Gagavuzlar Latin alfabesini yazı yazarken kullanmaktadır.

Gagavuzların bayramları ve ritüelleri

Gagavuz halkı, tarihi boyunca Türk göçebe geleneğinin izlerini korudu ve aynı zamanda genel Balkan motiflerini de hep benimsedi. Gagavuz Türklerine göre Kasım ayı kışın başlangıcıdır. Bu nedenle bu ay Gagavuzların milli bayramıdır. Bu tarih kışın başlangıcı ve çoban mevsiminin sonu olarak kabul edilir. Gagavuz halkı arasındaki “Kasım” tatili yılın döngüsel olarak ikiye bölünmesi fikriye ilişkilidir. Kasım’dan- Hederlez’e Kış; Hederlez’den – Kasım’a yaz sezonları olarak belirlenmektedir. Eski geleneklere göre, Kasım bayramında önemli sayıda koyunu olan mal sahipleri, kış dönemi için hayvanların sağılığını ve güvenliğini sağlamak amacıyla kurban keserler. Bu günlerde, Gagavuzya’nın tüm kiliselerinde bayram ayinleri, çeşitli etkinlikler ve halk festivalleri düzenlenmektedir.

Yağmur duası: Pipiruda

Türk Halk Edebiyatı uzmanı Shurubu Kayhan “pirpiruda” ile ilgili bir yazısında şunları aktarmaktadır:

“Pipiruda gök yüzünde çakan şimşek anlamına gelmektedir. Bu geleneğe göre ne kadar çok göz yaşı dökülüp ağlanırsa o kadar çok yağmur yağacağına inanılır. Gagauz Türkleri’nde bu gelenek genelde 1-14 Mayıs tarihleri arasında uygulanır. Yaz mevsiminin sıcak ve kuru geçmemesine umuduyla yapılan bir uygulamadır. Gagauzlar o güne özel çamurdan 20-30 sm büyüklüğünde bir kız bebek yaparlar. Çamur bebeğe şapka ve elbise giydirilir. Adına da Germanço demişler. Bu gelenekte o gün Germançonun cenazesi yapılır ve yası tutulur. O gece genç kızlar ve kadınlar toplanıp Germanço için ağıt yakıp ağlarlar. Ağlamalar gerçek olup 3 güne kadar sürer.

“14 Mayıs sabahı gece boyu ağlayan 10-30 kişilik grup tüm köyü kucaklarında Germançoyla ağlayarak gezerler. Aralarında yaşı büyük olan birini başlarına öncü seçerler. Ağıtı da en çok o yakar. Eline iki demet ot alan ve başına da otlardan şapka yapıp giyen bu kadın, ağıt yakarak çamur bebeği sürekli su ile ıslatır. Katılan herkes cenazeye katılırcasına koyu kıyafet giyerler ve sürekli ağlarlar. Germançonun cenazesinde dökülen gözyaşı ile birlikte Pipirudanın gök yüzünde şimşek çakarak yağmur yağdırıp yaslarına eşlik ettiklerini düşünürler. Burada Pipiruda ile Germançonun arasındaki gizli bağa olduğunu da anlatmaya çalışırlar. Katılanlar kendi aralarında çember yaparak durur ve yağmur şarkısı söylemeye başlarlar; Pipiruda gezerim, Allaha duva ederim: “Ver, Allahım, yaamurcuk, Tarlalara – çamurcuk, Teknelerä – hamurcuk, Sinilärä – kolaççık, Fırınlara – ekmecik, Ver, Bоje, yaamur!” Türkiye Türkçesi ile  “Ver Allah’ım yağmurcuk, Tarlalara çamurcuk,Teknelera hamurcuk, Sinillara kolaççık, Fırınlara ekmecik, Ver Allah’ım yağmur…” diyerek yağmur şarkısı söylerler. Her girdikleri evden un, yiyecek, meyve ve bozuk para toplarlar. Germanço bu arada sürekli elden ele geçirilerek herkes tarafından ıslatılır. Topladıkları unu en son ortaya döküp yağmur yağsın diye üzerine su dökerler.”

Gagavuzların yemekleri 

20.yüzyılın başlarında Gagavuzlar, bağcılık da dahil olmak üzere büyükbaş hayvancılık ve tarımla uğraşıyorlardı. Gagavuzlar’ın yemekleri, süt işleme, süzme peyniri ve beyaz peyniri (deride veya balkabağından yapılan kaplarda-susak) saklama şeklerine bakarak, geçmiş göçebe yaşamalarının hatırasının tutar. Gagavuz halkının da kendi geleneksel yoğurtları var – “yuurt”. Bu hazırlanışı için sütü kaynattıkları ve ardından ekşi krema ekledikleri ve bu karışımının ekşi hale gelmesine izin verdikleri nedeniyle süt ürünün bozulmaması için sürahiye bir gümüş para koyuyorlardı ve sabaha “yuurt” yurt hazır oluyordu. Gagavuzlar geleneksel mayasız pide, süzme peynirli ve beyaz peynirli puf böreği (kıyırma) yapıyorlar. Bayramlarda Gagavuzlar her zaman jöleli et (paça) bulundururlar ve kurban için kuzu keserler. Gagavuz halkın ana içeceği kırmızı şaraptır.

Gagavuzların giyim tarzı

Gagavuz kadınları tunik benzeri bir gömlek ve geniş yünlü kırmızı kuşaklı kolsuz bir elbise giyerler ve üstüne önlük bağlanır. Başlarına ince beyaz bir şal (moda) üzerine kalın siyah bir fular (çember) bağlarlar. Kadınlar kışın kollu bir elbise, yün bir ceket ve deri aplikeli koyun derisi kolsuz bir ceket (mintanka) giyerler. Kadınlar ayrıca bir ebeveynin veya kocanın zenginliğini sergilemek için bir altın madeni para kolye (lift) dahil olmak üzere çok çeşitli mücevherler takarlar.  Gagavuz erkekleri geniş kırmızı kuşaklı gömlek ve geniş yün pantolon giyerler. Yaz aylarında erkekler yün şapka giyerken kışın kürk şapka giyerler. Çobanlar ayrıca kürk pantolon, kolsuz bir yelek ve renkli dikişlerle (kurk) süslenmiş kısa bir ceket giyerler.

 

Yazı: Anna Toneva (İAHA)