Vatandaşları meydana gelen depremler hakkında bilgilendiren Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nü GÖZ dergisi için ziyaret ettik ve rasathanenin bir gününe sizler için tanıklık edip kaleme aldık.
Rasathane’nin girişinde yer alan taş tabelanın üstüne rasathanenin adı ve kuruluş yılı kazınmıştı. 1968’de kurulan Kandilli Rasathanesi, 31 Mart olayları (12 Nisan 1909) sırasında tahrip edilince Maçka’ya daha sonra da matematikçi ve astronomi bilimcisi Fatin Gökmen tarafından 1911 yılında halen bulunduğu yer olan Kandilli’ye taşınışmış. 1982 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne devredilen rasathane bünyesinde; deprem mühendisliği, jeodezi ve jeofizik anabilim dalları, astronomi, meteoroloji laboratuvarları bulunuyor.
Jeofizik mühendisi ve sismolog Dr. Kıvanç Kekovalı’dan beklenen İstanbul depremi konusunda konuşmasını istedik.
‘’Biz de beklenen İstanbul depremi için buradayız. Merkezimiz 24 saat çalışıyor. Kampus içindeki lojmanlarda ikamet eden arkadaşlarımız da var. Acil bir deprem anında hemen buraya ulaşıyorlar.’’
Bulunduğumuz birimin adı “Bölgesel Deprem ve Tsunami İzleme ve Değerlendirme Merkezi”. Bir ekranda Kuzey Anadolu fayının geçtiği yerler ayrıntılı olarak görülebiliyor. Bir haritada ise tüm dünyada deprem açısından riskli bölgeler gösteriliyor. Bu ekran ve haritalar yardımıyla depremin büyüklüğünü ölçerek tespitler yapılabiliyor.
Deprem olacağını önceden tespit edebiliyorlar mı diye merak ediyoruz.
“Üzerinde bulunduğumuz yer kabuğu hareket halinde. Türkiye tektonik olarak hareketli bir levhada. Burada bulunma amacımız, bir deprem meydana geldiğinde hızlı bir biçimde depremin parametrik verilerini hesaplamak. Yeri, büyüklüğü, derinliği gibi. Bu veriler deprem anında gerçek zamanlı olarak bize geliyor. Bizim bulunma nedenimiz bu. Depremin şiddeti ve büyüklüğünü saptamak.”
“Günde 30-40 deprem oluyor”
Deprem gözleme odasında Dr. Kıvanç Kekovalı ile konuşmamızı sürdürüyoruz:
“Günde yaklaşık 30-40 deprem kaydediyoruz. Yılda da 17.000-18.000 civarı deprem oluyor. Vatandaş bunların çoğunu hissetmiyor çünkü hepsi belirli bir şiddetin altında kalıyor.”
Türkiye’de 235 deprem istasyonumuz var. Daha çok topolojik açıdan önemli noktalara yerleştirdik. Yerleşim birimlerinden ve gürültüden uzak, dağlık ana kayaç üzerine konumlandırdık. Deprem anında buralardan merkezimize sinyaller geliyor, cihazlarımızdaki dalgalarda bir titreşim oluyor. Büyük bir dalga geldiğinde biz de endişeleniyor ve korkuyoruz, bir yerlerde can kaybı yaşanacak diye.’’
Evinde bir deprem çantası olmadığını söyleyen Kekovalı, toplum olarak bu konudaki bilinçsizliğimizden söz ederken deprem konusunda oldukça bilinçli bir ülke olan Japonya’da bir süre bulunduğundan bahsetti:
“Japonya’da kaldığım otellerde bile başucunuzda bir deprem çantanız bulunur. Daha ilkokulda başlıyor bu bilinç. Gerçi onlar da 2011’deki tsunamide çok kayıp verdiler. Hazır olsan da bazı şeyleri engelleyemiyorsun. Sonuçta, doğaüstü bir olay. Ama bu önlemleri göz ardı etmek anlamına gelmemeli.”
Türkiye’nin En Eski Teleskopu
Ziyaretimizi Enstitü Sekreteri Aylin Koç’un tavsiyesiyle, gelmişken Astronomi ve Meteoroloji Laboratuvarlarıyla sürdürüyoruz.
Meteoroloji bölümü, enstitünün en eski birimi. Fatin Gökmen tarafından kurulan ilk bölüm. Bizi karşılayan Meteoroloji Mühendisi Dr. Deniz Demirci anlatıyor:
“Burası bir klima istasyonu. Basınç, sıcaklık, nem, rüzgâr gibi iklimsel elemanlar ölçülüyor. Günde üç kere ölçüm yapılıyor 07.00-14.00 ve 21.00’de. Beş günlük hava tahmini de yapıyoruz. Biz burada dokuz mühendisiz. Yakın zamanda erozyon, sel ve kuraklıkla ilgili bir proje gerçekleştirdik. Bazı bölgelerde aşınmalar çıktı. Ayrıca; Türkiye’de, dünyada bir iklim değişikliği var. Yağışın karakteri değişti. Daha kuvvetli yağış ve sellere yol açıyor.”
Sonraki durağımız ise astronomi laboratuvarı oluyor.
Tarihi teleskop; karanlık, ahşap bir odada bulunuyor. Odanın tavanı ise kalın bir halat yardımıyla açılıp kapanıyor.
Laboratuvar şefi Hülya Yeşilyaprak, Türkiye’nin en eski teleskopuna geliş hikayesini anlatıyor bizlere:
“Kurucumuz Fatin Hoca 1910 yılında görevlendiriliyor. 1911 yılında da bu bina kendisine tahsis ediliyor. Meteoroloji bölümünü yenilemiş, PTT ve DDY’ye doğru zamanı bildirmek için zaman bölümünü oluşturmuş. Sonra da 1918 yılında, Alman Zeiss marka bir teleskop sipariş vermiş. Ama 1. Dünya Savaşı ve yurdumuzun işgal edildiği zor yıllar. Teleskop ancak 1925’de, Almanlarla hepsalar görüldükten sonra Türkiye’ye gelmiş. Tabi bina lazım. Bu binanın yapımına başlanmış. Bina 1933’de bitmiş, diğer binaların yapımı da iki sene sonra tamamlanmış. O zor koşullarda zamana yayılmış ama teleskop sonunda buraya yerleştirilip deneme gözlemlerine başlanmış. Sistematik gözlemler ise 1943’de dördüncü müdürümüz Muammer Dizer döneminde başlamış.”
“Bir Deprem Bekliyoruz”
Enstitü müdürü Prof. Dr. Haluk Özener bizlere beklenen İstanbul depremi hakkında bilgi veriyor.
“Bir deprem bekliyoruz. Bir fay hattı var, tarihsel dönemde depremler olmuş ve yenileri de olacaktır. Depremin zararlarının azaltılması için bilim insanlarından çok karar vericiler konuşmalı. Önlemler alınmalı.”
Haluk Bey, 17 Ağustos 1999 depreminde bir bilim insanı olarak yaşadıklarını şu şekilde anlatıyor:
“Ben o zaman araştırma görevlisiydim. Amerika’da doktoramın son aşamasındaydım. Çalışma konum da tam depremin olduğu bölgedeki yer kabuğu hareketleriydi. Doktoramı sunduktan sonra deprem oldu. Hocam da ‘git tekrar ölçüm yap dediklerin çıktı mı bakalım’ deyince doktoram bir sene uzadı.”
Kandilli Rasathanesi 1968’den beri meydana gelen depremler hakkında yaptığı tespitler ile vatandaşları bilgilendirmeyi sürdürüyor.
Haber: İAHA Muhabirleri