3. Medya Okuryazarlığı Forumu “Dijital Dünyanın Eğiticileri: Başka Bir Eğitim Mümkün Mü?” başlığında gerçekleşti. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğr. Gör. Halil Türker’in moderatörlüğünde gerçekleşen oturumda İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Yenğin, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seçkin Özmen ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Cem Sefa Sütçü, pandemi sürecinde eğitimin dijitalleşmesi ve öğrencilerin ve akademisyenlerin dijital ortama adaptasyon süreçlerine dair değerlendirmelerini aktardılar.
Programın açılışını yapan Öğr. Gör. Halil Türker, “Dijital Dünyanın Eğiticileri: Başka bir eğitim mümkün mü?” sorusundan yola çıktık, mümkün mü? Bilmiyoruz. Bunu konuşmak için buradayız. Belki biliyoruz diyeceğiz ama bildiğimizi zannediyor olacağız. Özellikle iletişimciler olmak üzere çeşitli disiplinlerden hem uzmanlar hem öğrenciler hem alan üzerine çalışanlar bir şekilde dijitalleşme kavramına vakıflar. Ancak yaklaşık bir yıl önce konuşulduğunda, yaklaşık beş on yıl sonra için öngörülenleri, bir şekilde geride bıraktığımız sekiz dokuz ay içinde gerçekleştirmek zorunda kaldık. Hala da gerçekleştiriyoruz. Bu süreç devam ediyor. Çünkü artık yeni normalimiz var. Pandemiden sonra ve pandemi devam ettiği sırada. Peki bu yeni normalin içinde artık ne kadar dijitaliz ve ne kadar dijital olmamız gerekiyor? Daha ne kadar dijital olacağız? İşte bunu az önce isimlerini zikrettiğim çok kıymetli isimlerle konuşuyor olacağız. Her birimiz dijitalde yeni normale uyum sağlamaya çalışıyoruz. Bu hala bir süreç. Hem kişisel bazda hem kurumsal bazda,” şeklinde konuştu.
İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Yenğin yaptığı konuşmada İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki eğitimin dijitalleşme sürecinden yola çıkarak şu bilgileri verdi:
Prof. Dr. Yenğin: “Pandemi süreci bizlere çabuk çözüm üretmemiz gerektiğini gösterdi”
“Açık konuşmak gerekirse pandemi bizi biraz biçim değiştirmeye zorladı. Biz de farkında olmadan başkalaşıyoruz. Yaşamış olduğumuz ortama göre, sorunlara, problemlere göre biçim değiştiriyoruz. Dolayısıyla pandemi de bizler için bir vesile oldu diyebiliriz. Biz yüz yüze eğitim verirken de uzaktan eğitim modelleri oluşturup veriliyordu. Ama tabii pandemi süreci bizlere bu yolu daha hızlı bir şekilde kat etmemiz gerektiğini ve daha çabuk çözüm üretmemiz gerektiğini gösterdi. Başta derslerimizi hangi sistemle yüz yüze vermiş olduğumuz platformlara nasıl dönüştüreceğimizle ilgili deneyim sahibi olmayan çok hocamız vardı. Biliyorsunuz covid hastalığı nedeniyle 11 Mart’ta Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edildi. Tabi bu pandemiyle birlikte bizler çok kısa bir zaman aralığında hemen derslerimizle ilgili kararlarımızı aldık. Yüzde seksen beş online yapmak için bu sistemi hazırladık ve güncelledik. Fakültemizde yer alan toplamda 193 teorik uygulamalı dersleri kararlar alarak hızlı bir şekilde online çevrimiçi olarak güncelledik. Tabii bu çok kolay olmadı. Hangi sistemi kullanacağımız, bu sistemle ilgili nasıl bir kılavuz, nasıl bir uygulama, nasıl kendilerini yetiştirme ve derslerini anlatma pratiği ve yeteneği olmaları gerekti. Tabii kısa vadede eğitimler verildi. Kullanmış olduğumuz sistemin nasıl çalıştığını, öğrencinin sisteme nasıl girmesi gerektiğini, yaklaşık on günlük bir süreçte hemen kendimizi hazırladık güncelledik. Daha sonra 23 Mart tarihinden itibaren uzaktan eğitime üniversite olarak geçmiş bulunduk. Bu tarihten itibaren de yaşayarak öğrendik. Çünkü bizler de bazı problem ve sorunlarla karşılaşacağımızı biliyorduk. İletişim Fakültesi olarak bizler için öncelik nedir? İletişim kanallarını etkin bir şekilde kullanmak. Biz de bunlarla ilgili kendimize beyaz masa hazırladık. Yüz yüze eğitimin olmadığı tamamen online olacağımız bir ortamda öğrencilere nasıl ulaşacağımız çok kıymetliydi.”
Prof. Dr. Yenğin: “Öğrencilerimizi bu süreçte sürekli bilgilendirdik”
“Mart’tan itibaren de bütün yüz yüze olan örgün eğitim sistemimizi dijitale aktardık. Esasında o dönemde 2019-2020 bahar dönemi biraz hibrit bir yapıda tamamlandı. İletişim Fakültesi olarak da biz tüm bu kanalları aktif hale getirmeye çalıştık. İletişim kanalı derken neyi kastediyorum; kendimize ait olan öğrenci otomasyon sistemimiz, duyurularımız, whatsapp kanallarımız, sosyal medya duyurularımız ve web sayfamız hep aktif bir şekilde öğrencilere zaten yapmış olduğumuz önlemler ve derslerle ilgili iletileri paylaşmış bulunduk. Burada en önemli konu birisi birinci sınıflardı. Çünkü birinci sınıflar evet okula geldiler ama güz döneminde geldiler. Daha sonra bahar döneminde yüz yüze eğitimden, online eğitime geçince daha fazla iletişim kanalları hazırlayıp sunmaya çalıştık. Tabii ki birinci sınıf danışmanlarında çok ciddi bir görev dağılımı oldu. Bir diğer nokta da sürekli online toplantılar yaptık.
“Covid’den, pandemiden sonra esnek mesai yaklaşımımız başladı. Üniversiteye hocalarımız gelmedi ama uzaktan bu süreci nasıl takip edeceğimizle ilgili farklı toplantılar düzenlemeye başladık. Çünkü eğitimle ilgili aksaklıkları tamamlamak, eğitimdeki kaliteyi aktarabilmek için kendimizi geliştirmek ve yetiştirmek zorundaydık. Mesela buradaki en önemli deneyimlerden bir tanesi vizeler oldu. Acaba ara sınavları nasıl yapacağız? Bunları da kendi içinde sınıflandırdık. Çünkü biliyorsunuz ki proje var, ödev var, kimi zaman online sınav var, online sözlü sınav var, ortak derslerin sınavları var bunlarla ilgili hep sınav türleri belirledik ve kendimizi geliştirdik. Öğrencilerimizi bu anlamda sürekli bilgilendirdik. Neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiği hakkında. Tabii bahar döneminde de eğitimi Haziran 2020’den itibaren tamamladık. Sonra tabii yine çok farklı bir dönemle karşı karşıya kaldık. Nitekim pandemi devam ediyor. Uzaktan tanıtım etkinlikleri başladı. Yüz yüze tanıtımlar radyo sistemi üzerinden gerçekleşti. Bizim için de çok farklı deneyimler oldu. O noktada yeni döneme girerken de pandemi devam ediyor ve eğitime başlarken YÖK’ten gelen bilgilendirmeler doğrultusunda 2020-2021 güz dönemine online olarak karar vererek başladık. Ama bu sefer çok deneyimliydik bunun da altını çizmek istiyorum. Mart ve Haziran döneminde çok ciddi anlamda geri bildirimler aldık ve kendimizi yetiştirdik geliştirdik. Bu noktada da tam olarak hazır şekilde 2020-2021 üzerine başladık diyebiliriz.”
Prof. Dr. Yenğin: “Eğitimimizi aksatmadan sürdürdük”
“O dönem kullanmış olduğumuz Adobe Connect sistemi vardı. Biz bu sistemin alternatifini oluşturduk. Çünkü biliyorsunuz öğrencilerle yapmış olduğumuz bağlantılarda şöyle problemlerle karşılaştık; kopmalar donmalar hala devam edebiliyor. İnternetin kalitesi ve bulunmuş olduğunuz bölgedeki internetle ilgili. Teams, Zoom gibi kanallarda oluşturarak daha sistemli ve kaliteli bir şekilde yapmaya çalıştık. Sizin sormuş olduğunuz başka bir eğitim modeli mümkün mü sorusunda esasında yaşayarak deneyim sahibi olarak, öğrencilerimizle görüşerek, hocalarımızla sürekli toplantı yaparak, başka bir eğitim modelinin olup olmadığını test etmiş olduk ve gerçekten mümkün olabildiğini gördük.
“Geçen bahar döneminde tamamen online eğitime döndük. Ama bu dönem hibrit oluşturduk. Dersleri ikiye böldük hem online hem hibrit yaptık. Olay nedir, öğrencinin daha çok uzaktan ulaşabileceği ama hibrit derslerimize de yine online olabileceği ama hibrit sınıflarda daha hareketli kamera, daha ses sisteminin yüksek olduğu, hocanın uygulamaları derslerde kullanabileceği, daha aktif bir ortam yaratmaya çalıştık. Tabii bununla beraber de rezervasyon sitemi oluşturduk. Bence bu da çok başarılıydı. Pandemide bu kadar çok kısıtlama olmadığı dönemlerde özellikle de Ekim ve Kasım aylarında iki ay boyunca rezervasyonla sınıfın yüzde beş ve onu kadar sınıflara aldık. Üniversiteye gelmek isteyen, yüz yüze eğitim almayı özleyen bu eğitimde, sosyal mesafe kurallarına uyarak gerçekleşti. Dolayısıyla da biz de eğitimimizi aksatmadan verdik. Daha sonra uzaktan etkinliklerimizle çok ciddi anlamda buluşmalar sağlamaya başladık. Bunların hepsi online düzeyde olduğu için uzaktan planlıyoruz. Her bölümle toplantılarımızı uzaktan yapıyoruz. Buna göre hazırlıklar ve öğrencilerimizin de tabii ki paydaşlarımızla buluşabilmelerini sağlıyoruz. Bunlar da sürekli kendi içerisinde devam ediyor.
“Bir diğer önemli nokta da bu durumlarla karşı karşıya kaldığımız için altını çizmek istedim. Ekran paylaşımları yaparken masaüstümüzü nasıl paylaştığımız çok kıymetli. Ama masaüstümüzdeki her bir dosya, her bir veri öğrenciler tarafından da görülebiliyor. Bazen özel kişisel verilerimiz de olabiliyor. En önemli noktalardan biri de yüz yüze örgün eğitimde göz teması dediğimiz nokta. Öğrenciye bir konuyu anlatırken göz temasıyla o iletişimi kurma retoriğimiz maalesef uzaktan eğitimde biraz daha durağanlaşıyor. Maalesef bunu görebiliyoruz. Ben derslerimi daha aktif bir şekilde, daha etkileşimli şekilde öğrencileri sürekli derste tutabilmek için ciddi mesai harcıyorum. Zaten eğitimde daha çok yorulduğumu söyleyebilirim. Bunu da altını çizmek isterim.”
Prof. Dr. Yenğin: “Başka bir eğitim modeli mümkün mü sorusunu bizzat deneyimleyerek ispatlamış olduk”
“Bir kere bu süreçte teknolojiyi çok doğru ve etkili bir şekilde kullanmamız gerekiyor. Hocalarımızı yetiştirdik evet kendi kapasitelerinin çoküzerine çıktılar ve online platformu çok iyi kullanabiliyorlar ama öğrencilerin de kendilerini geliştirmesi gerekiyor. Online platformları daha iyi kullanabilmek. En çok yaşadığımız sıkıntılardan birisi sunum becerisi. Sunum becerisini bazen öğrenciler aktaramıyorlar. O yüzden de sistemi ne kadar daha iyi kullanabilirler şeklinde ve bilgilendirici videoları izlemeleri onlar için gerçekten çok kıymetli olacaktır. Bir diğer nokta da çocuklar için şöyle bir avantaj var, senkron ve asenkron dediğimiz iki kavram var. Bir online olma durumu ve kayıttan izleme durumu. Geçen dönem devam zorunluluğu yoktu ama bu dönem devam zorunluluğu getirdik. Dolayısıyla buna da dikkat etmek gerekir. Öğrencilerin teknolojik alanda kendilerini yenilerken, kendi alanlarıyla ilgili şu anda okula gelmedikleri dönemi avantaja çevirmeleri gerekir. Bol bol araştırma yapmaları, okuma yapmaları, arama motorlarını daha doğru ve daha etkin kullanmaları. Özellikle de makalelerine, tezlerine, araştırmalarına, projelerine katkı sağlayacak bütün bu doneleri okulda olmadıkları dönemde daha etkin kullanmaları gerekir. Okulların verdiği bazı fırsatlar var. Nedir bunlar; mesela kütüphanelere uzaktan erişim. Kütüphanelerdeki kaynaklara tekrardan erişim. Hatta bizim öğrencilerimiz randevu alarak çalışmaya gelebiliyorlar. Dolayısıyla da uzaktan programlara erişim imkanları da var. O yüzden bence ellerinden geldiği kadarıyla hocalarıyla görüşmeleri gerekiyor. Bütün bilgilerin çoğunluğu danışman hocalara eğitimleri veriyoruz.
“Başka bir eğitim modeli mümkün mü sorusunu bizzat deneyimleyerek ispatlamış olduk. Ama tek bir sorun var, mümkün olan bu online eğitim modeli, çevrimiçi ve daha sonrasında senkron ve asenkron izleme durumu çok güzel bir kaynak ama dersin yüz yüze olan etkinliği ile ilgili bir araştırma yok. Belki de bundan sonraki dönemlerde arttırılacaktır. Bu noktada da biz bunları bilimsel olarak göreceğiz ama bizim bir de bu verileri öğrencilerin alıp almadığını öğrenebileceğimiz bir deneysel yaklaşıma da ihtiyacımız var. Bu da sadece yazılı sınav yapmak değil, projeler, ödevler ve bunları tutabilecek bireylerin yetişmesi anlamında bizler de esasında çok ciddi deneyimler kazanıyoruz diyebiliriz.”
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seçkin Özmen ise bu süreçte hem akademisyenlerin hem öğrenciler pek çok şey öğrendiğini ve öğrenmeye devam ettiklerini vurgulayarak şunları söyledi:
Prof. Dr. Özmen: “Lisans öğrencilerinin derslere katılımı çok düşük”
“Geçen sene Mart ayı itibariyle yaşamaya başladığımız çok ciddi bir süreçten bahsediyoruz. İlk başladığımız zamanlarda ne kadar süreceği ile ilgili bir fikrimiz yoktu. Zannettiğimizden uzun bir süreç olmaya başladı daha da ne kadar uzayacak onunla da ilgili bir kesinlik yok. Zannediyorum ki ikinci dönemi de uzaktan online olarak tamamlayacağız. Bu sürecin içine dünya olarak girdik sadece bizim ülkemiz için bir süreç değil. Birçok alan, birçok sektör etkilendi ve işlerini online üzerinden yapmaya başladı. Ama gördüğümüz ve deneyimlediğimize göre en büyük zorluk eğitim alanında yaşandı. Deniz Hocanın da dediği gibi biz de benzer deneyimleri yaşadık İstanbul Üniversitesi olarak. Biz yine de şanslı bir üniversiteydik çünkü bizim zaten uzaktan eğitim ve açık öğretim fakültemiz olduğu için biz ilk defa bu işe başlayacak olanlara göre yine de şanslıydık. Ama tabii ki bunu tüm üniversiteye yayacak olmak birtakım sorunları yaşattı. Hala da belki birtakım sorunlar var. Hem öğretim üyeleri, ders verenler açısından, hem öğrenciler açısından sistemlere uyum sağlayabildiğimizi genel olarak söyleyemeyeceğim. Özellikle öğrencilerin derslere olan katılımları maalesef çok düşük düzeyde. Lisans derslerimde ben bunları gözlemiyorum. Lisansüstü derslerimde ve doktora seviyesinde katılımlar ve derse olan ilgi aslında beni son derece memnun ediyor ve şimdiye kadar neden bu seviyelerde denememişiz diye de kendimi düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi.
“Tabii burada birçok sebep var. Bir defa eğitimin sürekli kesintisiz olması çok önemli. Online dijital olarak yaptığımız için erişim çok önemli. Maalesef her öğrencinin erişim imkânı aynı değil. Artı olarak bu sistemlere girip dersi dinleyebilecek araçlara bilgisayara laptop, tablet dersi takip edebilecek araç eksiklikleri de var. Bunlar çok birincil sorunlar bence. Bu sadece üniversite değil ben bunu genele de yaymak istiyorum. Üniversite öncesinde ilkokuldan başlayarak üniversite de dahil olmak üzere bütün seviyelerde bununla ilgili ciddi sorunların var olduğunu biliyoruz. Bunda ne oluyor fırsat eşitsizliği ortaya çıkıyor. Özellikle dezavantajlı gruplar olarak nitelendireceğimiz okula devam sorunu olan, bitirme oranı düşük olan yerlerde maalesef bu tarz şeyleri daha da engelleyici bir rol oynuyorum. O dönemde pandemi sürecinde en önemli online eğitim sistemleriyle ilgili alınması gereken, düşünülmesi gereken en önemli sorunlardan bir tanesi de bu. Ben tekrar derslere dönmek istiyorum. Dediğim gibi lisans derslerinde maalesef ciddi bir oranda katılımsızlık var. Katılımcılarda kamera açmama, soru sorulduğunda cevap alamamak vs. sorunlarla karşılaşıyoruz. Ben mesela sınıfta kameranın mutlak açık olmasını istiyorum. Çocukları da bu konuda uyarıyorum ama uyarmama rağmen maalesef kameralar açılamıyor, çok az bir kesim açıyor. Listeden soru sorduğumda da maalesef büyük bir çoğunluktan cevap alamıyorum. Biraz önce dediğim gibi erişimle ilgili sorunlar olabilir ama öğrencilerin içinde bulundukları psikolojik ya da pedagojik durumları da göz ününe almak gerekiyor. Şimdi okulda sınıfta ders dinlemek gibi bir durum yok. Herkes evinde belki yatağında yatarak vs. dersi dinlemeye çalışıyor. Sinema salonlarında filmi seyretmekle evde veya başka yerde izleme arasında fark olduğunu söyleriz. Burada da aynı şey söz konusu. Özellikle daha küçük sınıflar için daha da önemlidir diye düşünüyorum. İlkokul vs. öğrencinin evde oturup dersi dinlemesiyle sınıfta oturup dersi dinlemesi arasında maalesef çok ciddi farklılıklar var. Bu neye sebep oluyor, öğrencinin anlatılan derse odaklanamaması gibi ciddi bir sorun ortaya çıkartıyor ve dersten kopmalar başlıyor. Bunlarla ilgili önemli önlemlerin alınması gerekiyor.”
Prof. Dr. Özmen: “Dünyada yeni eğitim sistemlerinin şekillenmeye başladığını görüyoruz”
“İlkokul dedik ama üniversitede de var gördüğüm kadarıyla öğrencileri derse çekemiyoruz. Tabii bütün bu yaşanan deneyimler sonucunda bütün dünyada yeni eğitim sistemlerinin şekillenmeye başladığını görüyoruz. Bir defa öğrenmenin nasıl olacağıyla ilgili ya da nasıl yapılmasıyla ilgili tekrar bir tanım yapılması gerekiyor belki de. Okulun sadece öğrenme yeri olmadığı açığa çıktı. Okulda aynı zamanda öğrenciler sosyalleşiyor, birtakım danışmanlıklar alıyorlar. Toplumsal bir ortak alanda bulunuyorlar ama uzaktan online sistemlerde bunun olmadığını görüyoruz ama bu da çok önemli çünkü eğitimle ve öğrenmeyle birleşen ve onu destekleyen bir tarafı var. Şimdi demek ki bu eksikliklerin de göz önünde bulundurulması gerekiyor. Şöyle bir toparlayacak olursak benim temelde dikkatimi çeken dört alanla ilgili hazırlık yapmak gerekiyor. Birincisi teknolojik alan. Gerekli internet erişiminin sağlanması, herkese ve kesintisiz biçimde. Çünkü bunun kesintili olması ve ulaşılamadığı durumlarda öğrenciler arasında ciddi bir fırsat eşitsizliği ortaya çıkıyor. İnternet bağlantısı bunun için ülke çapında altyapının tamamlanması. Daha sonra öğrencilere bu dersleri takip edecekleri bilgisayar, tablet, laptop gibi araçların mutlaka sağlanması. Aynı zamanda ben şunu da çok önemli görüyorum.
“Diğer kitle iletişim araçlarının da katkıda bulunması gerekiyor bence. Benim çocukluğumda radyo tiyatrosu vardı. Sabah ve öğleden sonra yayınlanırdı. Mutlaka ona benzer yapılandırmaların olması gerekiyor. O tip programlarda da uzaktan eğitimlerin desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani sadece ders zamanında öğrencilerin bilgisayar üzerinden derse katılımları tam olarak odaklanmayı ve öğrenmeyi sağlayamıyor. O yüzden diğer kitle iletişim araçlarından bu tarz içeriklerle destek alınması gerekiyor. İkinci önemli mevzu Deniz Hoca’nın da bahsettiği gibi içerik. Mutlaka ortamlara uygun içeriklerin düzenlenmesi gerekiyor. Biz İstanbul Üniversitesi olarak gerçekten bu konuda deneyimliydik ancak yine de içeriklerin öğrenci sayısı arttıkça dezavantaj olabiliyor. Çünkü her öğrencinin söz alabilmesi de problem oluyor. Sınıfta her çocuğun konuşmasını sağlayamasanız ama göz göze geldiğinizde onun sizi dinlemesini sağlayabiliyorsunuz. Ama burada böyle bir durum yok. Uygun materyallerin olması, uygun içerikler olması ve bunun için de özel bir kurul yapılarak bu içeriklerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili mutlaka bir beyin fırtınası yapılması gerekiyor.”
Prof. Dr. Özmen: “Dijital okur yazarlıkla ilgili birtakım çalışmalar yapmak gerekiyor”
“Üçüncü noktanın da psikolojik ya da pedagojik destek alınmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu öğrencilerin mutlaka bu derslere katılması ve katıldıktan sonra mutlaka derse odaklanabilmesi için bunu elzem olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü maalesef bazen bilgisayar karşısına geçen öğrencilerin özellikle daha küçük ilkokul ortaokul vs. ya da liselerde bir taraftan dersi açıp oyun oynadıkları, film açıp film izledikleri deneyimlerle yaşanıyor. Bunların mutlaka önüne geçilmesi ya da azaltılması gerekiyor. Bu noktada şu da önemli, dijital okur yazarlık seviyesi her ailenin aynı değil. Her çocuğun aynı değil. Mutlaka bununla ilgili de birtakım çalışmalar yapmak gerekiyor.
“Dördüncü nokta da izleme ve değerlendirme. Yapılan derslerin ve akademik etkinliklerin mutlaka takip edilmesi, öğrenme süresi, ders çıktıları, buralarda sınıfta yaptığımız gibi olmayacaktır. Şu anda bununla ilgili bir bilgimiz yok mutlaka araştırılıp önlemlerin alınması gerektiğini söylemek istiyorum. Tabii ki uzaktan eğitim aslında çok önemli bir fırsat. Bundan önce zaten yapılıyordu ama bu derece önemli değildi. Bütün eğitim online döndüğü zaman bunun önemini daha fazla anladık. Pandemi süreci bittikten sonra da bununla ilgili çalışmalara ara verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Mutlaka okuldaki eğitime ek olarak devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü zaman zaman yine bu gibi durumlarla karşı karşıya kalabileceğimiz gibi artık iletişim teknolojilerinin çok ilerlemesiyle çok ciddi imkanlar da var bu sistemlerin içinde. Biz bunları büyük çoğunluğumuz çözebilmiş değiliz. Bu dersleri çok kaliteli, adil ve etkili yapabilmemiz için ciddi olanaklar var. Bunların en kısa zamanda düşünülüp dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Pandemi süreci bittikten sonra da hem bu sistemleri unutmamamızı sağlayacak eğer böyle bir durumla tekrar karşı karşıya kalırsak diye, hem de öğrencilere okulun sadece öğrenme yeri olmadığını, hem sosyalleşme danışmanlık alanından bahsettim. Bu bahsettiğimiz etkinlikler öğrencilerin daha sosyal birtakım imkanlara kavuşup onları yapabilmeleri için okulda bulunup eğitimin bir kısmını online sistem üzerinden almasının belki de daha doğru olabileceği kanısındayım.”
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Cem Sefa Sütçü ise online eğitim hakkında şu bilgileri verdi:
Prof. Dr. Sütçü: “Bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız bir durumla karşılaştık”
“Aslında hocalarım da çok güzel noktalara değindiler. Benim bakış açım şu, mümkün tabii ki ama öyle bir durumdayız ki ve örgün eğitim öyle bir hale geldi ki kriz dönemi yaşıyoruz. Bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız bir durumla karşılaştık ve bir anda her şey tamamen değişti. Yeni bir dünyaya uyandık. Bir virüs belası, ondan kurtulmanın yolları belli değil, bir belirsizlik içindeyiz ve eğitim sistemimizi de buna adapte etmemiz gerekti. Adapte etmeye çalışıyoruz en azından. Ama tam istediğimiz gibi olmuyor. Ben öğrencilerimden bu yönde geri dönüşler alıyorum. Bir de şöyle bir durum var bu çocuklar ilk defa bu sistemle eğitime başlamış değiller daha öncesini de biliyorlar. Biraz önce Seçkin Hocamın da dediği gibi sosyalleşmenin farkındalar. Bu yaşa kadar okul ortamının, aile ortamının sosyalleşme ve arkadaşlarıyla bir arada olma ortamı olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla bu ortamı yakalayamıyorlar. Bazı öğrencilerim var şehir dışında yaşıyorlar. Halbuki daha önce ev tutmuş arkadaşlarıyla beraber yaşıyorlardı. Bundan bir sene öncesine kadar ve Twitter’da öğrenciler okullar açılsın, okula dönelim diyorlardı. Bunun önemli bir sebebi de sosyal ortamı sağlamak. Çünkü evlerinde aileleriyle birlikte bu ortamı sağlayamıyorlar. Aileleriyle sağladıkları başka bir ortam. Arkadaşlarıyla başka bir ortam. Eğitim verdiğimiz Marmara Üniversitesi İstanbul’da. İstanbul’da olmak, kültürel yaşamından faydalanmak istiyorlardı bu olmadı.”
Prof. Dr. Sütçü: “Üniversiteler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ama yeterli olmuyor”
“Eğitimden de çok mükemmel şeyler beklemek, bütün üniversiteler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ama yeterli olmuyor. Bu konuda özeleştiri yapmak gerekirse diyebiliriz ki aslında doğru dürüst bir eğitim veremiyoruz. Benim bakış açımla. Keşke daha iyisini yapabilsek ama bundan bir ders çıkarmalıyız. Kendimize ileriye dönük bir plan yapmalıyız. Ani bir durumla karşılaştığımız için bunu yapamadık en kısa şekilde hareket ettik ve bu oldu. Bunda hiç kimsenin günahı yok diye düşünüyorum. Bunu önceden bilebilmek mümkün değildi. Ben mesela 1990 yılında akademik eğitime başladım. 90’lı yıllarda uzaktan eğitim konularını araştırıyorduk, çalışmalar yapıyorduk 2000’li yılların başında ama kimse aldırış etmiyordu. Bir dönem Türkiye Bilişim Derneği İstanbul şubesinde de bulundum. Orada da yöneticilik yaptım ve orada da uzaktan eğitim çalışmaları yapılırdı. Ama tabi hep bir marjinal bir eğitim türü olarak kaldı. Anadolu Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi kurduğu uzaktan eğitim programları ilk örneklerdendir. Şimdi bu sistemler gelişip teknoloji ilerledikçe daha güzel şeyler yapılabiliyor ama ben şunu görüyorum olaya tarihsel bir perspektiften bakmak istiyorum.
“İnsan dediğimiz canlı yeryüzünde yaklaşık 400 bin seneden beri var. 400 bin senenin son on bin yılında yerleşik hayat geçmiş son beş bin yılında da yazıyı kullanarak birikimlerini diğer insanlarla paylaşmaya başlamış. Baktığımız zaman 400 bin yıllık bir süreç içinde 5 bin yıllık bir süre çok kısa. Bu bize baktığımızda şunu söylüyor. İnsan sürekli hareket halinde olan bir canlı. Görsel algıları açık olan görsel kültürü daha baskın olan hareket halinde bir toplumuz. Buradan hareketle biz bu eğitim sistemini nasıl güncelleyebiliriz diye bakmamız lazım. O zaman benim ilk aklıma gelenler mobil sistemlere ağırlık vermeliyiz diye düşünüyorum. Dikkat ederseniz Youtube o kadar yaygınlaştı ki kurulduğundan beri dünya çapında insanların oradan bir şeyler paylaştığı bir yer haline geldi. Bu ortam sadece onunla da kalmadı birçok versiyon ortaya çıktı. Bunun Türkiye’de de dünyada da çeşitli versiyonları var. Bu mobiliteyi bize sağlayan çeşitli araçlardan bir tanesi mesela. Aynı zamanda bu bir eğitim aracı da oluyor. Bizim bu araçları daha etkin kullanabilmemiz çok önemli.”
Prof. Dr. Sütçü: “Oyunu eğitimin içine yerleştirmeliyiz”
“Çok ani geldi bu pandemi etkisi ve sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamak diye tarif ederiz ya sanki öyle yaşıyorduk. O zaman işte bu gerçeklerden, insan doğasından hareketle biz öyle bir sistem yapmalıyız ki oyunlaştırmayı eğitimin içine yerleştirmeliyiz. Oyun çok cazip, biz bu eğitimi verirken oyunlaştırmalıyız diye düşünüyorum. Teknoloji dünyasına girmek bizim kuşak için geç oldu. Eğitim sisteminin mevcut haliyle devam etmeyeceğini, daha statik bir yapıdan ziyade daha dinamik bir yapıya dönmemiz gerektiğini ben artık kabul edip güncellememiz gerektiğini düşünüyorum. Belli saatler içinde değil her an eğitim almak mümkün olabilmeli. Buna göre eğitim sistemimizi güncellememiz lazım. Öğrencilere uzaktan eğitimden dersleri takip etme sıklığınızı nasıl değerlendirirsiniz diye sordum, yüzde altmış düzenli olarak takip edemediğini söyledi. Uzaktan eğitimde derslerinizi çoğunlukla nasıl takip ediyorsunuz diye sordum, yüzde elliden fazlası sadece sonradan veya ders sırasında izleyebiliyorum dedi. Kütüphane kullanabiliyor musunuz diye sordum, uzaktan da olsa yüzde kırk sekiz kütüphane kullanamıyorum dedi. Bunların bağlantıları ve erişimleri nasıl mümkün olacak? Bizim altyapımızda bir sorun var bu da çözülmesi gereken şeylerden biri. Kullandığınız cihaz uzaktan eğitim için yeterli mi diye sordum. Üçte biri yeterli değil dedi. Bunun anlamı hem alt yapı hem içerik hem sistem hem eğitim sistemi olarak yapacak daha çok şey olduğunu gösterir.”
Prof. Dr. Yenğin: “Uzaktan eğitim de artık örgün eğitimin bir parçası olacak”
“YÖK’ün almış olduğu bir karar var bizlere de zaten bunu iletti. Pandemi sonrasında yeni normale döndüğümüzde eğitimin yüzde kırk online olması yönünde dersleri tekrar revize edin şeklinde bir yazı geldi. Biz de normal eğitimdeki ders programlarımıza döndüğümüzde yüzde kırk online döneceğiz. Hibrit bir yapıda esasen eğitim hayatı devam edecek. İstanbul Üniversitesi’nde de Marmara Üniversitesi’nde de zaten online dersler yapılıyor. Bunlar YÖK zorunlu dersler olsun, bizim zorunlu tuttuğumuz dersler olsun, iletişim sosyolojisi, siyasal iletişim, iletişim kuramları gibi bazı dersler uzaktan yapılan sistemsel olarak da başlangıç noktasında hazır yapılıyor. Uzaktan eğitim de artık örgün eğitimin bir parçası olacak. Yani artık birbirleriyle hiç ayrılamayacaklar. Bir de salt bir örgün ya da salt uzaktan eğitim anlamında da kendi içerisinde bazı eğitim platformları var doğru. Ama biz bunu artık ikisi bir arada düşünerek hareket etmeliyiz. Ama şunu söylemek istiyorum ben bir öğretim üyesi olarak kesinlikle yüz yüze eğitimin olması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle akademide eğitim verirken göz teması çok kıymetli. İletişim kurmak gerekiyor, oradaki etkileşim çok kıymetli. Cem Hocam da orada çok güzel bir şeyden bahsetti. Uzaktan eğitimin yüzde altmışını takip edip edememe durumu. Bence çok önemli buna dikkat etmek gerekiyor. Dolayısıyla da öğrencileri şu anda takip edemiyoruz ama yüz yüze eğitime geldikleri zaman çok rahat değerlendirebiliyoruz.”
Prof. Dr. Özmen: “Yüz yüze eğitim vazgeçilmez bir şey”
“Bence de yüz yüze eğitim vazgeçilmez bir şey. Mutlaka eskiye dönüş olacaktır ve yapılacaktır. Ama konuşmamda da belirttiğim gibi yanında mutlaka online eğitimlerin de devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Okulda daha çok uygulamaya yönelik, mesela biz iletişim fakültesi olarak stüdyo derslerimiz var veyahut kimya bölümü için laboratuvar vs. var. O tip dersler için okullar vazgeçilmez. Ama bir kısmı da derslerin online olarak görülmesinde hiçbir sakınca yok aksine öğrencilerin sosyalleşmeleri için de uygulamaya yönelik birtakım etkinlikleri ya da dersleri yapabilmeleri için de okulda daha büyük bir imkân yaratılacağını düşünüyorum. İkisi bir arada götürülmeli.”
Prof. Dr. Sütçü: “Yeni durumlara adapte olmamız lazım”
Bu süreç sonra ererse ve eskiye dönüş olur mu? Tabii mutlaka eskiye dönme isteği en azından olur. Eski eğitim mümkün olabilir mi diye düşünülür ama Heraklitos’un bir sözü var: “aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” diye. Bence artık bir şeyler öğrendik ve önümüzdeki dönemlerde de başka bir virüsün çıkıp benzer şeyler ortaya çıkarmayacağı belli değil. Dolayısıyla bizim yeni durumlara adapte olmamız lazım. Kendimizi ona göre ayarlamamız lazım. Onun için de biraz radikal düşünmeye ihtiyaç var diye söyleyebilirim.”
Haber: Ceren Kâhya (İAHA)